Keloğlan ve Ünlü Falcı

Bu masal, Keloğlan'ın gurbete çıkıp keşfettiği bir hazine sayesinde köydeki saygınlığını kazanması ve padişahın dikkatini çekmesini anlatır. Padişah, Keloğlan'a babasının kılıcının sırrını çözme görevi verir. Kırılan kılıcın sapından çıkan bir kağıt, babasının vasiyetini ve gömülü hazineyi ortaya çıkarır. Padişah, Keloğlan'ı ödüllendirir ve onunla padişahın kızını evlendirir.

Günün birinde Keloğlan gurbete çıkmaya karar vermiş. Heybesini hazırlamış, anasıyla helalleşmiş, çıkmış yola. Sırtında torbası, elinde değneğiyle yürümeye başlamış. Evden çok uzaklara gitmiş. Bir köye yaklaşırken hava iyiden iyiye kararmış.

Çalılıkların ardında da bir karaltı belirmiş. Keloğlan hemen bir ağacın arkasına gizlenip, adamı gözetlemiş. Adam koynundan çıkardığını, oradaki bir çalının dibine gömmüş. Sonrada oradan uzaklaşmış.

Keloğlan bir süre bekledikten sonra oraya varmış. Yerlere dikkatlice bakmış. Adamın kazdığı yeri bulmuş. Toprağı kazmaya başlamış. Biraz kazdıktan sonra gözlerine inanamamış.

Çünkü toprağın altında bir torba dolusu altın varmış. Keloğlan düşünmüş, taşınmış. Bu altının çalıntı olduğuna karar vermiş. Hem onu sahibine vermek, hem de bundan yararlanmak için bir plan kurmuş kendi kendine.

Torbayı başka bir yere gömmüş. Düşmüş yola. Değneğini vura vura yürümüş, yürümüş. Sonunda köye varmış. Doğruca köy odasına gitmiş. Kapıyı açıp “Selamünaleyküm ağalar” diyerek içeriye girmiş.

Köylüler bir yabancının geldiğini görünce onunla ilgilenmişler. Buyur, buyur deyip konuğa yer göstermişler. Eline bir bardak çay verip halini hatırını sormuşlar.

Keloğlana ne iş yaptığını sorduklarında, keloğlan onlara: -Ben fal bakarım ağalar, demiş. Fal bakar yitikleri bulur, geleceği okurum. Bunu duyan köylüler Keloğlana daha saygılı davranmışlar. Köylerine onur verdiğini söyleyerek onu birkaç gün misafir etmeye karar vermişler.

Hemen önüne büyük bir sini içinde yemek vermişler. Keloğlan buna çok sevinmiş. Çünkü sabahtan beri hiç bir şey yememiş. Karnı açlıktan zil çalıyormuş. Önüne konan yağı, balı, peyniri, sıcak gözlemeyi indirmiş mideye. Üstüne de okkalı bir kahve içmiş.

Bir köşeye serdikleri yatağa uzanmış. Sabaha kadar deliksiz bir uyku çekmiş. Ertesi gün, sabah olunca köyden bir kese altının çalındığını söylemişler Keloğlana.

Keloğlan: -Bir tas içinde su getirin, demiş.

Köylüler hemen bir tas bulup içine de su doldurup Keloğlanın önüne koymuşlar. Keloğlanın ne yapacağını görmek içinde etrafına toplanmışlar.

Keloğlanda anlamsız anlamsız mırıldanarak ellerini suya batırmış. Sonra ıslak ellerini yüzüne sürmüş. Bir an düşünür gibi yapmış. Sonra da köylülere altın dolu torbayı gömdüğü yeri tarif etmiş.

Köylüler koşup gitmişler Keloğlanın tarif ettiği yere. Altın torbasını elleriyle koymuş gibi kolayca bulmuşlar. Bu olay Keloğlan’ın saygınlığını artırmış. Onu yere göğe koymamışlar. Namı da çevre köylere kadar yayılmış.

Günün birinde eşeğini kaybeden bir köylü içinde suya bakmış.

Sonra adamı başından savmak için: -Senin eşeğin ne yerde ne de gökte. Ortada bir yerde demiş. Köylü aranıp dururken, eşeğini küçük bir tahta köprüde bulunca sevinç içinde köye dönmüş.

Herkese olanları anlatmış. Bu olay da Keloğlanın ününe ün katmış. Keloğlanın ünü köyden köye, köyden kasabaya yayılmış. Eşeğini bulan adam bir gün padişahın bulunduğu kente gitmiş. Keloğlan’ın yitik eşeği nasıl bulduğunu anlatınca bu haber padişaha kadar ulaşmış.

Padişah da ne zamandır bir falcı ararmış meğer. Babasının emanet ettiği kılıcın sırrını çözdürmek için. Kılıcın sırrının çözülmesi için o güne dek denemediği falcı, bilgin, büyücü kalmamış. Kılıcın sırrını bir türlü çözememişler.

Padişahın adamları Keloğlanı bulunduğu köyden apar topar aldıkları gibi yaka paça padişahın huzuruna çıkarmışlar. Keloğlan çok korkmuş. Padişahın derdini çözümleyemezse, kellesinin gideceğini biliyormuş. Bu nedenle padişaha “Ben falcı falan değilim” demiş ise de padişah dinlememiş.

Padişah kılıcı Keloğlana göstermiş: Ben çok küçükken babam bu kılıcı bana verirken, büyüyünce sırrını çözmemi vasiyet etmişti. Ama bugüne kadar bu kılıcın sırrını hiç kimse çözemedi, demiş.

Şimdi, Keloğlan bu sırrı çözecek, padişah da ona “Ne dilersen dile benden” diyecekmiş. iyi hoş ama, keloğlan bunca bilginin, falcının, büyücünün çözemediği sırrı nasıl çözecekmiş ki.

Keloğlan içinden “çekirge bir atlar, iki atlar..” diye söylenmiş. Padişah Keloğlana bugüne kadar kılıcın sırrını çözmek için ortaya çıkıp da başaramayan kırk kişinin kafasının nasıl vurulduğunu anlatmış.

Bu sözleri duyan Keloğlanın korkusu daha da artmış. Bu beladan nasıl kurtulacağını düşünmeye başlamış.

Padişah: -Sana yarına dek müsaade, demiş. Bu sırrı çözersen senin için yokluk yok artık. Ama sırrı çözemezsen kel kafan da yok. Bunu iyi bilesin Keloğlan….

Keloğlan bakmış bir kaçamak yol bulamamış.

Zamandan kazanmak için Padişah’a:

-Bana kırk gün izin verin, kırk gün sonra bu işi bitmiş bilin demiş.

Padişah:

-Hay hay, demiş.

Bu iş için kırk yıldır bekliyorum. Ne yapalım kırk gün daha bekleriz, demiş. Keloğlan’ı bir odaya kapamışlar. Kılıcı önüne koymuşlar. İstediği cevizi, inciri, çuval çuval yığmışlar. Her öğün en güzel yemeklerden getirmişler.

Keloğlan kırk gün kırk gece düşünmüş. kılının sırrını çözememiş. Kırkıncı gün sabah erkenden uyanmış. Düşünmeye başlamış ama nafile. Sırrı çözememiş. Kellesi gideceği için öfkelenmiş. Kılıcı eline alarak “Lanet olsun senin altının da elmasın da” diye söylenmiş. Sonra o öfkeyle kılıcı sapından tuttuğu gibi duvara vurmuş. Ama öyle hızlı vurmuş ki kılıç sapından kırılmış.

Keloğlan elinde kalan sapa dikkatlice bakmış şaşırmış kalmış. Çünkü sapın içinde bükülmüş bir kağıt varmış. Kağıdı yırtmadan çıkartmış. Kağıtta bir şeyler yazıyormuş. Ama Keloğlanın okuma yazması olmadığından okuyamamış.

Bu sırada verilen kırk günlük mühlet de sona ermiş. Padişahın adamları Keloğlan’ı yaka paça Padişahın huzuruna getirmişler. Keloğlan elindeki kırık kılıcın sapı ile, içinden çıkardığı kağıdı padişaha uzatmış.

Padişah Keloğlanın uzattığı kağıttaki yazılanları okumaya başlamış. Okudukça da şaşkınlığı artmış. Çünkü kağıttaki yazı babasının yazısı imiş.

Oğluna yazdığı mektupta şöyle diyormuş:

“Yiğit şehzadem, saltanatım sana kalacak. Ama çok küçüksün. Bugünlerde ölüp gidersem, ortalıkta kalmandan korkuyorum. Bunun için sana bir hazine sakladım. Gömüldüğü yeri bu kağıtta gösteriyorum. Sen büyüyüp kılının sırrını çözünce bu hazine senin olacaktır.

Sen de, padişah olmasan bile, bu hazine ile rahat bir yaşam sağlarsın kendine.”

Hemen mektupta belirtilen yere gitmişler. Adamlar toprağı kazınca gerçekten çok büyük bir hazine bulmuşlar. Padişah bu işe çok sevinmiş. Hem hazineyi bulduğu için, hemde babasının vasiyetini yerine getirdiği için Keloğlan’a:

-Dile benden ne dilersen? Ne istersen vereceğim, demiş.

O zaman Keloğlan bulunan hazineden ufak bir pay ve padişahın güzel kızını istemiş. Padişah önce karşı çıkmış bu isteğe. Ama sonra verdiği sözü hatırlamış. Keloğlan ile kızını evlendirmiş. Hazineden de büyük bir pay vermiş. Keloğlan padişahın kızı ile mutlu bir hayat sürmüşler…

Onlar ermiş muradına, biz gidelim diğer masalları okumaya…

Hakan METİN

2011 yılından bügüne dijital dünya'da projeler üretiyor, bir çok markaya yazılım desteği sağlıyorum. İçerik üretmek ve kendini farklı alanlarda da geliştirmek adına masal kedisi üzerinde içerikler üreterek desteklerinizi bekliyorum.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu