Kurt ve Yedi Keçi Yavrusu Masalı
Bir zamanlar, yedi sevimli yavrusu ve onları kocaman bir sevgiyle seven bir anneleri olan yaşlı bir keçi varmış. Ancak bir gün, ormana yiyecek aramaya giderken, yavrularını kurtlardan koruması gerektiğini söylemiş. Peki, keçinin yavrularına uyarısı işe yarayacak mıydı? Keyifli masalımızın heyecan dolu başlangıcıyla öğrenmeye ne dersiniz? 🐐🌲🐺
Bir zamanlar yedi sevimli yavrusu olan ve onları bir annenin gösterebileceği en büyük sevgiyle seven yaşlı bir keçi varmış. Bir gün ormana gidip biraz yiyecek getirmek istemiş. Yedisini de yanına çağırmış ve şöyle demiş:
“Sevgili çocuklar, ormana gitmek zorundayım, ama kurda dikkat edin; içeri girerse sizi yer. Kurt sık sık kılık değiştirir, ama onu kaba sesinden ve siyah ayaklarından hemen tanıyacaksınız.”
Çocuklar, “Sevgili anneciğim, biz kendimize iyi bakarız; sen endişelenme,” demişler.
Yaşlı keçi evden çıkıp gitmiş.
Çok geçmeden biri evin kapısını çalmış ve “Kapıyı açın sevgili çocuklar; anneniz burada ve her biriniz için bir şeyler getirdi” diye seslenmiş. Ama küçük çocuklar kurt olduğunu hemen anlamışlar; “Kapıyı açmayacağız,” diye bağırmışlar, “sen bizim annemiz değilsin. Onun yumuşak, hoş bir sesi var, ama senin sesin kaba; sen kurtsun!”
Bunun üzerine kurt bir dükkana gidip büyük bir parça tebeşir almış, bunu yemiş ve sesini onunla yumuşatmış. Geri dönüp evin kapısını çalmış ve “Kapıyı açın sevgili çocuklar, anneniz burada ve her biriniz için bir şeyler getirdi” diye bağırmış.
Ama kurt siyah pençelerini pencereye dayamış ve çocuklar onları görüp, “Kapıyı açmayacağız, annemizin senin gibi siyah ayakları yok; sen kurtsun” diye bağırmışlar.
Sonra kurt bir fırıncıya koşmuş ve “Ayaklarımı incittim, bana biraz hamur sürün” demiş. Fırıncı onun ayaklarını ovduktan sonra değirmenciye koşmuş ve “Ayaklarıma biraz beyaz un sür” demiş.
Değirmenci kendi kendine, “Kurt beni kandırmak istiyor” diye düşünmüş ve reddetmiş; ama kurt, “Eğer yapmazsan seni yiyip bitiririm” demiş. Bunun üzerine değirmenci korkmuş ve pençelerini beyazlatmış.
Kurt üçüncü kez evin kapısına gitmiş, kapıyı çalmış ve “Kapıyı açın çocuklar, sevgili küçük anneniz eve geldi ve her birinize ormandan bir şeyler getirdi” demiş.
Küçük çocuklar, “Önce bize pençelerini göster de senin sevgili küçük annemiz olup olmadığını anlayalım,” diye bağırmışlar. Sonra pençelerini pencereden içeri sokmuş ve çocuklar pençelerin beyaz olduğunu görünce söylediklerinin doğru olduğuna inanmış ve kapıyı açmışlar. Ama içeri kurdan başka kim girebilirdi ki! Çok korkmuşlar ve kendilerini saklamak istemişler.
Biri masanın altına, ikincisi yatağa, üçüncüsü ocağa, dördüncüsü mutfağa, beşincisi dolaba, altıncısı çamaşır leğeninin altına, yedincisi de saat kasasına saklanmış.
Fakat kurt hepsini bulmuş ve büyük bir tören yapmadan hepsini boğazından aşağı yuttu. Saat kutusunda bulunan en küçük yavru, bulunamayan tek yavruymuş. Kurt karnını doyurduktan sonra kendini dışarıya atmış, dışarıdaki yeşil çayırda bir ağacın altına uzanmış ve uyumaya başlamış.
Kısa bir süre sonra yaşlı keçi ormandan eve dönmüş. Ah! Orada ne manzara görmüş! Evin kapısı ardına kadar açık duruyormuş. Masa, sandalyeler ve banklar yere atılmış, çamaşır tası parçalara ayrılmış, yorgan ve yastıklar yataktan çekilmiş.
Çocuklarını aramış ama hiçbir yerde bulamamış. Onları teker teker isimleriyle çağırmış ama kimse cevap vermemiş. Sonunda en küçüğünün yanına geldiğinde, yumuşak bir ses “Sevgili anneciğim, ben saat kasasındayım” diye bağırmış.
Çocuğu dışarı çıkarmış ve ona kurdun gelip diğerlerini yediğini söylemiş. O zaman annenin zavallı çocukları için nasıl ağladığını tahmin edebilirsiniz.
Sonunda keder içinde dışarı çıktı ve en küçük çocuk da onunla birlikte koştu. Çayıra geldiklerinde kurt ağacın dibinde yatıyormuş ve öyle yüksek sesle horluyormuş ki dallar sallanıyormuş.
Kadın her tarafına bakmış ve kurdun tıka basa dolu karnında bir şeyin kımıldadığını ve debelendiğini görmüş. “Ah, Tanrım,” demiş, “akşam yemeği için yuttuğu zavallı çocuklarımın hala hayatta olması mümkün mü?”
Sonra oğlak eve koşup makas, iğne ve iplik getirmiş ve keçi canavarın karnını kesip açmış, daha bir kesik atmadan küçük bir oğlak başını dışarı çıkarmış, daha da kesince altısı birden dışarı fırlamış, hepsi de hala hayattaymış ve hiçbir zarar görmemişler, çünkü canavar açgözlülüğünden onları bütün olarak yutmuş.
Ne büyük bir sevinç varmış! Sevgili annelerine sarılıp zıplamışlar. Ama anneleri, “Şimdi gidin ve büyük taşlar bulun, o hala uyurken kötü canavarın midesini onlarla dolduracağız” demiş. Sonra yedi çocuk büyük bir hızla taşları oraya sürüklemişler ve alabildikleri kadarını onun midesine yerleştirmişler; ve annesi onu büyük bir aceleyle tekrar dikmiş, böylece hiçbir şeyin farkında değilmiş ve bir kez bile kıpırdamamış.
Kurt sonunda uykusundan uyanıp ayağa kalkmış ve midesindeki taşlar onu çok susattığı için, su içmek için bir kuyuya gitmek istemiş. Ama yürümeye ve hareket etmeye başladığında, midesindeki taşlar birbirine çarpmış ve sesler çıkarmış.
Sonra ağlamış, “Zavallı kemiklerime karşı bu gümbürtüler ve yuvarlanmalar da ne? Altı çocuk sanmıştım, ama koca taşlardan başka bir şey değilmiş.”
Kuyuya varıp suya eğildiğinde ve tam içmek üzereyken, ağır taşlar onu içine düşürmüş ve kimse yardım etmemiş ve zavallı bir şekilde boğulmak zorunda kalmış. Yedi çocuk bunu görünce koşarak oraya gelmişler ve yüksek sesle bağırmışlar, “Kurt öldü! Kurt öldü!” diye bağırmışlar ve anneleriyle birlikte kuyunun etrafında sevinçle dans etmişler.