İki Küçük Kurbağa Masalı
Biri beyaz, diğeri siyah renkteki kurbağanın huy ve mizacı tıpkı renkleri gibi zıtmış. Ak kurbağa ne kadar iyimserse, kara kurbağa o kadar kötümsermiş. Ak kurbağa bir şeye, ak mı dedi, o hemen atılıp kara dermiş.
Her şeyin olumsuz tarafını görmeye o kadar alışmış ki, gördüğü her şeyi eleştirmeyi neredeyse meslek haline getirmiş. Yağmur yağsa, kara kurbağa, ufff olacak şey mi şimdi bu?” diye şikayete başlarmış.
“Yağmurda ne derenin tadı olur ne de ortalıkta avlayacak sinek bulunur. Nefret ediyorum yağmurdan.”
Arkadaşının aksine her şeyin güzel tarafını görmeyi seven ak kurbağa cevap vermeden edemezmiş. Haksızlık etme lütfen. Sırf senin keyfin bozuldu diye güzelim yağmura niye düşman oluyorsun ki? Hem söylesene, yağmur yağmasa bizim evimiz, yurdumuz olan dereler, sazlıklar, bataklıklar kalır mı ortada?
Elbette o, bu sözlerini tamamlayamadan kara kurbağa atılırmış.
Tamam tamam, bay çok bilmiş kurbağa. Biliyor musun, sen tam da insanların sözünü ettiği şu polyanlaya benziyorsun. Mutluluk rolü oynayacağım diye saçma sapan sözler ediyorsun. Hani uçurumdan aşağı düşsem, bak ne güzel uçuyorum diyeceksin neredeyse. Azıcık gerçekçi olsana canım.
Ak kurbağa genelde bu tür tartışmaları uzatmak istemez ve şöyle dermiş. Gerçeği görmek için asıl kendi kötümser bakışını terk etmelisin.
İşte böyle iki zıt kutupmuş bu iki kurbağa.
Günlerden bir gün canları sıkılınca derenin yakınındaki köye doğru gitmeye karar vermişler.
Ak kurbağa “istersen fazla yaklaşmayalım. Biliyorsun yaramaz çocuklar bizi görürse canımızı acıtabilirler.” dediyse de kara kurbağa ısrar etmiş. ”Akşamın bu karanlığında çocuklar bizi nereden görecek Allah aşkına? Şu en yakındaki evin oraya kadar gidelim, sonra geri döneriz. Korkaklığı bırak şimdi.”
Ak kurbağa korkaklıkla suçlanmaktan çekindiğinden çaresiz kabul etmiş. Köye girmişler ve evin yanına gelmişler. Ak kurbağa sıkıntılı bir vıraklama ile ”Hadi artık dönelim, içimde kötü duygular var” demiş demesine ama kara kurbağa heyecanla atılmış.
”Gel bir oyun oynayıp öyle dönelim. Şuradaki yüksek kovayı görüyor musun? İkimiz aynı anda üstünden zıplayacağız. Bakalım yarışmayı kim kazanacak?
Akşamın bu vaktinde bırak böyle çocuklukları lütfen diye itiraz edecek olmuş Ak kurbağa. Ancak yaramaz arkadaşı bir türlü fikrinden vazgeçmemiş. Hatta; dediğimi yapmazsan seninle artık arkadaş olmam diye tehdit bile savurmuş.
Bunca yıllık arkadaşını kaybetmek istemeyen ak kurbağa bu teklifi de istemeye istemeye kabul etmiş. İki kurbağa hızla koşup zıplamışlar. Ama ne olduysa o zaman olmuş ve tam kova dedikleri şeyin üzerinde çarpışıp içine düşmüşler.
Acı gerçeği o zaman anlamışlar.
Üzerinden atlamaya çalıştıkları o şey yarısına kadar doluk kocaman bir süt güğümü değil miymiş meğer? Yorulana kadar giriştikleri denemelerin sonucunda başka bir gerçeği daha anlamışlar.
Güğümün kenarları zıplayıp çıkmalarına imkan vermeyecek kadar yüksekmiş.
Kara kurbağa ümitsizlik içinde haykırmış.
Mahvolduk buradan çıkmamız mümkün değil bu güğümün içinde ölüp gideceğiz.
O kadar kolay pes etme bakalım diye karşılık vermiş ak kurbağa. Çıkmadık candan ümit kesilmez. Kim bilir, hiç ummadığımız bir anda, imdadımıza yardımsever bir el yetişir belki de.
Kara kurbağa acı bir kahkaha attıktan sonra şöyle demiş.
Ah ah, benim kurbağa polyannam. Neler sayıklıyorsun sen? Bari böylesi bir haldeyken hayal görmekten vazgeç.
Ben hayal filan görmüyorum. Nasıl bilmiyorum ama buradan kurtulacakmışız gibi bir his var içimde. Kendini koy verme sakın.
Ne yazık ki kara kurbanın ümitsizliği her geçen dakika bütün kalbini daha çok kaplamış ve ümitsizliği arttıkça bacaklarındaki güç ve kuvvet de azaldıkça azalmış ve en sonunda ”Bacaklarımda derman kalmamış, hakkını helal et kardeşim” deyip sütte yüzmekten vazgeçmiş. Bir iki dakika sonra da son nefesini vermiş.
Ak kurbağa arkadaşının bu kadar kolay vazgeçip ölmesine çok üzülmüş. Fakat ümidini hiç yitirmemiş, sürekli şu şekilde yalvarmış Allah’a, darda kalanların sesini ancak sen duyarsın, onların imdadına ancak sen koşarsın. Senin rahmetin ve şefkatin süt güğümüne düşmüş zavallı bir kurbağaya da yetişir elbet. Kurtar beni Allah’ım!
Ak kurbağa bu şekilde yalvarırken, bir taraftan da sebebini bilmeden sütün içinde var gücüyle çırpınmış. Karanlıkta yapayalnız, çaresiz, ama hiç ümitsizliğe düşmeden çırpınmış, çırpınmış.
Bu hal dakikalarca devam etmiş. Bir ara arka tarafından ayağına bir şey çarpmış. Dönüp baktığında bunun irice bir tereyağı topağı olduğunu görmüş. Oraya nereden geldiğini düşününce bu tereyağının farkında olmadan kendi çırpınışlarıyla meydana geldiğini anlamış.
Gözleri sevinçle parlamış. Çünkü bu onun kurtuluş meselesi olabilirmiş. Azalmaya yüz tutan gücü ummadığı kadar artmış. Bu defa niçin yaptığını bilerek bacaklarını yine çırpıp durmuş.
Bir saat kadar sonra tereyağı topağı o kadar büyümüş ki, onun üstüne basıp zıpladığı gibi güğümün dışına atlamış. Ve ilk sözü şu olmuş.
Rahmetinden ümidini kestirmediğin ve imdadıma yetiştiğin için teşekkür ederim Allah’ım!