Yalnız Avcı ve Prenses: Gölün Ötesindeki Aşk

Bir varmış, bir yokmuş… Uzak diyarların birinde, görkemli dağlarla çevrili, geniş ormanların arasında, büyülü bir göl kenarına kurulmuş Akyıldız Krallığı varmış. Bu krallığın adını, her akşam gökyüzünü süsleyen parlak beyaz bir yıldızdan almış. Krallığın hükümdarı, yaşlanmış ama adil bir kral olan Teoman, ülkesini sevgi ve barış içinde yönetirmiş. Ancak krallığının en büyük hazinesi ne altın ne de toprakmış; en büyük hazinesi, güzelliği dilden dile dolaşan kızı Prenses Ela’ymış.

Prenses Ela, altın sarısı saçları, gökyüzü kadar mavi gözleri ve insanın içini ısıtan gülümsemesiyle krallığın dört bir yanında bilinir, herkes tarafından sevilirmiş. Ancak Prenses Ela, diğer prenseslerden farklı olarak, saraydan dışarı çıkmayı, halkının arasında dolaşmayı ve onlarla vakit geçirmeyi severmiş. Babası Teoman bu duruma bazen kaygıyla baksa da, kızının kalbindeki iyilik ve cesaret onu daima rahatlatırmış.

Bir gün, Prenses Ela, krallığın sınırında bulunan gizemli ormanı keşfetmek için yola çıkmış. Bu orman, eskiden beri halk arasında büyülü olduğu söylenen, gizemli varlıkların yaşadığına inanılan bir yer olarak bilinir ve nadiren ziyaret edilirmiş. Ela, macera dolu ruhunu dinleyerek ormanın derinliklerine doğru ilerlemiş. Göl kenarındaki eski bir köprünün başına geldiğinde, karşı kıyıda duran bir yabancı fark etmiş. Gencin elinde yay ve ok, sırtında ise bir torba varmış. Ela’nın dikkatini çeken şey ise, gencin sessizce gökyüzüne bakıp düşüncelere dalmış olmasıymış.

Bu gizemli genç, Dağ Köyü’nde yaşayan ve köylülerin “Yaban” adını verdiği, yalnız bir avcı olan Aras’tan başkası değilmiş. Aras, küçüklüğünden beri dağlarda, ormanlarda yaşamış, doğanın dilini öğrenmiş, hayvanların izini sürerek geçimini sağlarmış. Onu tanıyan herkes, kalbinin derinliklerinde bir hüzün olduğunu söyler, kimse nedenini bilmezmiş. Yalnızlığı ve doğaya olan sevgisi, onu diğer insanlardan uzak tutarmış. Ancak Aras’ın bilmediği bir şey varmış: Bu yalnız kalbinin kilidini açacak olan kişinin, hayatına çok yakında gireceği.

Prenses Ela, genç adamın karşı kıyıdaki düşünceli halinden etkilenmiş ve içinden gelen güçlü bir dürtüyle ona doğru seslenmiş:

“Merhaba, genç avcı! Ne yapıyorsun burada?”

Aras, sesi duyunca irkilmiş. Ona doğru bakan Ela’nın gözlerindeki parlaklık ve yumuşak tebessüm, yabancının kim olduğunu hemen anlamasını sağlamış. Ela, krallıkta herkesin tanıdığı biriydi, fakat Aras onu sadece uzaktan duymuştu. Yine de göz göze geldiklerinde, sanki yıllardır tanışıyorlarmış gibi garip bir his içini kaplamış.

“Merhaba, Prenses… Ben sadece gökyüzünü seyrediyordum,” diye cevap vermiş Aras, biraz çekingen bir sesle.

Prenses Ela, nehrin üzerindeki köprüyü geçerek Aras’ın yanına gitmiş. İkisi de birbirini hiç tanımıyor gibi görünse de, sanki yıllardır süren bir hikâyenin kahramanlarıymış gibi rahatça sohbete dalmışlar. Aras, Ela’ya doğanın sırlarını, hayvanları ve ormanın büyülü güzelliklerini anlatırken, Ela da ona saray hayatını, krallığındaki insanların hikâyelerini paylaşmış. Zaman nasıl geçmiş, hiç anlamamışlar.

Gün batmaya yakın, Ela’nın geri dönmesi gerektiği anlaşıldığında, her ikisi de ayrılmak istememiş. O günden sonra Prenses Ela, Aras’ı sık sık ormanda ziyaret etmeye başlamış. Göl kenarında buluşurlar, doğanın huzurunu paylaşırlar ve her gün birbirlerini daha iyi tanırlarmış. Ela’nın kalbinde Aras’a karşı derin bir sevgi filizlenmeye başlamış; Aras ise Ela’nın hayatına kattığı ışıkla yeniden umut dolu bir insan haline gelmiş.

Ancak bu aşk, sadece iki kalbin arasında değil, tüm krallığın kaderinde de önemli bir rol oynayacakmış. Kral Teoman, kızının avcı Aras’a olan ilgisini öğrenince büyük bir endişeye kapılmış. Prenses’in bir avcıyla birlikte olmasına karşı çıkmasa da, Aras’ın yalnız ve gizemli geçmişi hakkında birçok söylenti dolaşıyormuş. Teoman, Aras’ın krallığın geleceği için doğru kişi olup olmadığını anlamak istiyormuş.

Bunun üzerine Kral, Aras’ı saraya çağırmış ve ona üç zorlu görev vermiş. Eğer Aras bu görevleri başarıyla tamamlarsa, Prenses Ela ile evlenmesine izin verilecekmiş. Ancak bu görevler, normal bir insanın kolayca başarabileceği şeyler değilmiş. İlk görev, Akyıldız Dağı’nın zirvesine çıkıp orada yalnızca geceleri açan efsanevi bir çiçeği getirmekmiş. İkinci görev, ormanın derinliklerinde yaşayan ve kimsenin yakalayamadığı beyaz bir geyiği canlı yakalamakmış. Son görev ise en zor olanıymış: Aras’ın kendi kalbindeki karanlığı yenip, geçmişindeki acıları tamamen geride bırakması gerekiyormuş.

Aras, görevleri yerine getirmek için cesurca yola çıkmış. İlk görevde, Akyıldız Dağı’na tırmanarak soğuk ve rüzgarlı gecelerde efsanevi çiçeği bulmuş. İkinci görevde, zekasını ve sabrını kullanarak beyaz geyiği yakalamış. Ancak üçüncü görev, Aras’ın en büyük sınavı olmuş. Yıllar önce ailesini bir kaza sonucu kaybetmiş ve bu acı, onu yıllarca yalnızlığa sürüklemişti. Ela’nın sevgisi sayesinde, bu acıyı yenmeyi başarmış ve kalbindeki karanlığı geride bırakmış.

Aras, başarıyla geri döndüğünde, Kral Teoman onun cesaretine ve sadakatine hayran kalmış. Prenses Ela ve Aras, görkemli bir düğünle evlenmişler ve Akyıldız Krallığı, bu iki kalbin birleşmesiyle daha da huzur dolu bir yer olmuş.

Ve böylece, aşkları krallıkta sonsuza dek parlayan bir yıldız gibi yaşamış. Ne zaman gece gökyüzüne bakılsa, Akyıldız’ın altında birbirini seven iki kalbin hikayesi fısıldanmış.

Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine…

Hakan METİN

2011 yılından bügüne dijital dünya'da projeler üretiyor, bir çok markaya yazılım desteği sağlıyorum. İçerik üretmek ve kendini farklı alanlarda da geliştirmek adına masal kedisi üzerinde içerikler üreterek desteklerinizi bekliyorum.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu