Alaaddin’in Sihirli Lambası
Alaaddin, Orta Doğu kökenli bir halk masalı. Masalın baş kahramanı iyi yürekli Alaaddin'in, içinde hapsedilmiş bir cin bulunan bir yağ lambası bulması ve hayatını değiştirmesini konu alır. Dünyada en çok bilinen ve anlatılan peri masallarındandır.
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, yer mavi gök yeşil iken, ben ninemin beşiğini tıngır mıngır sallarken, uzak bir köyde, Alaaddin adında bir oğlu olan dul bir kadın varmış.
Alaaddin ve annesi çok yoksulmuş. Hayatları yokluk ve sıkıntı içinde geçiyormuş. Alaaddin para kazanmak için en zor işleri yapıyor, her gün çok uzak bölgelere meyve toplamaya gidiyormuş.
Bir gün, şehirden uzaktaki bir hurmalıkta, yabani hurma toplarken, garip bir yabancıyla karşılaşmış.
Bu iyi giyimli sakalı adamın başındaki sarıkta parlak bir safir taş varmış. Gözleri simsiyahmış ve bakışları insanın içine işliyormuş.
Yabancı, Alaaddin’e bir teklif yapmış;
“Buraya gel evlat, gümüş bir para kazanmak ister misin?” diye sormuş.
Alaaddin hayretle, “Gümüş paramı, böyle bir şeyi kazanmak için her şey yaparım.” demiş.
“Senden öyle zor bir şey istemiyorum, sadece benim sığmadığım şu delikten aşağıya in, orada söylediklerimi yaparsan karşılığını alırsın.” diye konuşmuş adam.
Alaaddin, adamın yerdeki ağır taşı kaldırmasına yardım ettikten sonra ufak tefek ve çevik olması sayesinde daracık delikten zorlanmadan geçmiş.
İçeride daracık bir merdiven bulmuş ve dikkatle aşağıya inmiş. Aşağısı parlak taşlarla dolu büyük bir mağaraymış. Eski bir gaz lambasının cılız ışığı yer altını hafifçe aydınlatıyormuş.
Alaaddin’in gözleri bu yarı aydınlık ortama alışınca çevresinde olağanüstü bir manzara olduğunu fark etmiş. Ağaçların dallarından ışıl ışıl parlayan mücevherler sarkıyormuş. Mağaranın her tarafı altın testiler ve içlerinde değerli taşlar bulunan mücevher kutuları ile doluymuş.
Alaaddin gözlerine inanamıyormuş. Karşısında gerçek bir hazine varmış. Şaşkınlığını henüz üzerinden atamamışken yukarıdan gelen sesle irkilmiş.
“Lamba, lambayı söndür ve sadece onu getir bana.”
Adamın bu kadar mücevherin arasından sadece değersiz bir lambayı istemesine çok şaşıran Alaaddin, onun bir büyücü olduğunu düşünmüş. Alaaddin lambayı almış ve merdivenleri tırmanmaya başlamış.
Büyücü, “ver onu bana” demiş. Lambayı almak üzere elini uzatarak tekrar, “Onu hemen bana ver” diye bağırmış. Lambaya bir an önce kavuşmak isteyen adam, “Lambayı hemen vermezsen seni sonsuza kadar burada bırakırım.” demiş.
Önce çıkmak istiyorum demiş Alaaddin ama, “bunu sen istedin!” diyerek deliği kapatmış büyücü, ancak parmağındaki yüzüğün fırlayıp aşağıya düştüğünü fark etmemiş.
Alaaddin, birden ayağının altında bir şey hissetmiş. Yerden alınca bunun bir yüzük olduğunu fark etmiş. Yüzüğü parmağına takar takmaz mağara gürültüyle aydınlanmış ve Alaaddin’in önünde beliriveren pembe bulutun içinden bir cin çıkmış.
“Dile benden ne dilersen” diye konuşmuş cin. Olanlara şaşıran Alaaddin karşısındaki dev görüntüye bakarak sadece “Evime gitmek istiyorum” diye mırıldanmış.
Dileği göz açıp kapayıncaya kadar yerine gelmiş. Oğlunu bir anda evin içinde gören annesi, ocağın başından kafasını kaldırarak kapıya bakmış ve kapalı olduğunu görünce hayretle, “İçeriye nereden girdin” diye sormuş.
Alaaddin başından geçenleri heyecanla annesini anlatmış. Annesi, “Peki ya gümüş para ne oldu” diye sorunca Alaaddin lambayı annesine göstermiş. Onca maceradan sonra elinde sadece bu lamba kalmış.
“Üzgünüm anne, ama elimde sadece bu var” demiş Alaaddin.
Annesi; “Bu lamba sağlam mı acaba, baksana ne kadar da kirli” demiş.
Temizlemek için lambayı ovuşturmaya başlamış. Birden lambanın ağzından çıkan dumanlar odayı kaplamış. Dumanlar arasından bir cin belirivermiş ve “Yüz yıllardır bu lambanın içinde yaşıyorum, siz beni serbest bıraktınız. Artık benim efendimsiniz, dileyin benden ne dilerseniz” diye konuşmuş.
Şaşkınlıktan Alaaddin ve annesinin ağzı açık kalmış, tek söz bile edememişler. Cin bir kere daha sözlerini tekrarlamış. Ve annesinin yemek için bir şeyler hazırlamadığını hatırlayan Alaaddin, “Bize içinde her şeyin bulunduğu bir sofra donat” diye emretmiş.
O günden sonra Alaaddin ve annesi çok mutlu olmuşlar. Sihirli lamba sayesinde her istekleri yerine geliyormuş. Yoksulluk günleri geride kalmış. Zamanla Alaaddin’de büyümüş. Uzun boylu ve yakışıklı bir genç olmuş.
Annesi, oğlunun iyi bir kızla evlenip yuva kurmasını istiyormuş. Bir gün Alaaddin pazar yerinden geçerken iki kişinin taşıdığı tahta verandanın içinde Sultan’ın kızını görmüş, ve ona aşık olmuş. Eve gidince olanları annesine anlatmış. Annesi de oğlu için saraya gidip Sultan’la konuşmaya karar vermiş.
Ertesi gün annesi Sultan’ın huzuruna çıkmak üzere içi eşsiz mücevherlerle dolu bir kutu hazırlamış. Mücevherlerle dolu kutuyu çok beğenen Sultan kadını huzuruna çağırtmış. Kadının geliş nedeni anlaşılınca Sultan’ın kızı Yasemin ile evlenme hayalleri kuran Vezir, Sultan’a etkileyecek şeyler söylemiş.
Sultan da Alaaddin’in annesine oğlunun zenginliğini ve gücünü gösteren bir armağanla huzuruna çıkması gerektiğini söylemiş.
Sultan; Eğer oğlun kızımla evlenmek istiyorsa yarın bana kırk köle yollasın. Her köle içi değerli taşlarla dolu küpler taşısın. Bu değerli hediyeleri korumak içinde de peşlerinden kırk asker gelsin, diye sözlerine son vermiş. Bunları duyan kadın üzüntüyle eve dönmüş. Sihirli lambanın bu kadar büyük bir isteği karşılaması çok zormuş.
Annesi eve dönünce padişahın isteklerini Alaaddin’e söylemiş. Alaaddin lambayı almış çok daha kuvvetlice ovuşturmuş. Karşısına çıkan Cin’e isteklerini sıralamış. Cin Alaaddin’in isteklerini duyar duymaz üç kez elini çırpmış ve hemen oracıkta, eli, kolu mücevherlerle dolu kırk köle belirmiş.
Peşlerinde de mücevherleri koruyan nöbetçiler varmış. Ertesi gün Sultan gördükleri karşısında hayretler içinde kalmış. Daha önce böylesine büyük bir zenginlik görmemiş. Tam Alaaddin’e kızına eş olarak kabul etmek üzereymiş ki kıskançlıktan ne yapacağını bilemez hale gelen Vezir’i Sultan’a;
“Peki kızınız ve damadınız nerede yaşayacaklar Sultan’ım?” diye sormuş.
Bu beklenmedik soru karşısında bir an şaşıran, gözünü para hırsı bürümüş Sultan Alaaddin’e hemen büyük ve görkemli bir saray yaptırmasını söylemiş. Alaaddin Sultan’ın isteğini duyar duymaz evine dönmüş, Cin ile konuşmuş.
Cin göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir sürede bu isteği de yerine getirmiş. Eskiden bakımsız olan topraklarda şimdi görkemli bir saray yükseliyormuş. Artık bu düğüne kimse engel olamazmış. Özellikle de Sultan böyle zengin ve güçlü bir damat bulduğu için herkesten daha mutluymuş.
Alaaddin’in inanılmaz şansını ve zenginliğini duymayan kalmamış. Bir gün Alaaddin’in sarayının penceresi altında garip bir satıcı belirmiş.
Satıcı Prenses’e, “Eski lambalar alırım” diye seslenmiş.
Alaaddin’in lambasının sırrını yalnız annesi biliyormuş, o da hiç kimseye söylememiş.
Sultanın Alaaddin ile evlenen kızı Yasemin’de bu konuda hiçbir şey bilmiyormuş. Eski lambayı bu yeni lambalardan biriyle değiştirirse Alaaddin’i sevindireceğini düşünmüş. Ama bu lamba o satıcının eline geçince Alaaddin’in hiçbir gücü kalmamış.
Lambayı ele geçiren büyücü, lamba cininden sarayın içindeki prenses ve birlikte başka bir yere taşınmasını dilemiş. Bunu demesiyle birlikte sarayda, Prenses’te, adamda hep birlikte ortadan kaybolmuşlar.
Alaaddin ve Sultan şaşkınmış. Olanların sihirli lambadan kaynaklandığını sadece Alaaddin biliyormuş.
Onu inanılmaz bir zenginliğe kavuşturan Cin yeniden ortaya çıkmış. Çünkü dilek dilemek için Alaaddin’in son bir şansı daha varmış. Alaaddin hemen yüzüğünü bulup parmağına geçirmiş.
Ovuşturunca ortaya çıkan Cine; “Beni, karımı esir alan büyücünün yanına götür.” demiş. sözünü bitirir bitirmez kendini sarayının içinde bulmuş. Perdenin arkasına saklanmış. Karısı büyücüye hizmet ediyormuş.
Yavaşça karısı Yasemin’e seslenmiş.
Alaaddin’in orada bulunduğunu fark eden prenses; “Alaaddin buraya nasıl geldin.” diye sormuş.
Alaaddin’de karısından sessiz olmasını, orada olduğunu büyücüye fark ettirmemesini istemiş. Elindeki tozu karısına uzatarak bunu büyücünün çayına karıştırmasını söylemiş.
Büyücü çayı içer içmez derin bir uykuya dalmış. Alaaddin her yerde sihirli lambayı aramış ama bir türlü bulamamış. “Mutlaka buralarda bir yerlerde olmalı.” demiş Alaaddin.
“Lambanın yardımı olmadan sarayı buraya kadar nasıl taşıyabilirdi ki” diye sormuş kendi kendine.
Horlayan sihirbaza bakmış ve adamın dayandığı büyük yastığın arkasını kontrol etmiş. Lamba oradaymış. Alaaddin hemen lambayı ovuşturmuş.
Lambadan çıkan cin Alaaddin’e “Hoş geldiniz efendim. Bunca zamandır beni neden başkasına hizmet etmek zorunda bıraktınız.” Diyerek onun gelmesine ne kadar sevindiğini belirtmiş.
Alaaddin’de cine; “Neyse ki artık yine benim hizmetimdesin” demiş. Benim yanımda olduğunu bilmek çok güzel diye de eklemiş. “Bu kötü kalpli büyücüyü o kadar uzak bir yere gönder ki bizi bir daha bulamasın” diye emretmiş cine. Cin, memnuniyetle diyerek gülümsemiş ve elini çırpar çırpmaz büyücü ortadan kaybolmuş.
Olup bitenler yüzünden hayli korkmuş olan Prenses Yasemin Alaaddin’e yaklaşmış ve ona “Neler oluyor Alaaddin bu cin de nereden çıktı” diye sormuş.
Alaaddin’de; Sakin ol, artık her şey yoluna girecek demiş ve en başından başlayarak olanları Yasemin’e anlatmış.
Nihayet her şey eskisi gibiymiş. Alaaddin’le karısı sevinçle birbirlerine sarılmışlar. Yasemin çok uzaklardaki babasına duyduğu özlemle Alaaddin’e tekrar geri dönüp dönmeyeceklerini sormuş. Alaaddin gülümseyerek ona bakmış ve;
“Bir mucize sayesinde buraya kadar geldik. Aynı mucize sayesinde tekrar ülkemize dönüp sonsuza kadar mutlu yaşayabiliriz” diye cevap vermiş.
Bu arada Sultan, kızı, damadı ve onların görkemli sarayı ortadan kayboldu diye çok üzülüyormuş. Ancak elinden hiçbir şey gelmiyormuş. Ülkedeki herkes Alaaddin’le Yasemin’i görmekten umudu kesmek üzereymiş ki çok uzaklardaki Alaaddin lambayı yine oluşturmuş ve Cin’e;
“Beni, karımı ve sarayımızı hemen ülkemize geri götür” diye emretmiş.
Bunu duyan cinin parmağının bir hareketiyle saray yerden havalanmış ve gökyüzünde süzülmeye başlamış. Artık geri dönen saray, yeniden eski yerine konmuş.
Alaaddin ve Yasemin’de o günden sonra mutlu bir şekilde yaşayıp gitmişler.