Yakut Prensi Masalı

Bir zamanlar, Hintli bir din adamı tozlu bir yolda yürürken yerde parlayan bir taş gördü. Eğilip onu yerden aldı. Aydınlık bir yerde onu incelediğinde parıltısına hayran oldu. Bu taşın neye yaradığını bilmiyordu. Onu cebine koydu ve yoluna devam etti. Gide gide yolun kenarındaki bir zahire tüccarının dükkanına geldi.

Karnı acıkmıştı. Cebindeki kırmızı taşı tüccara gösterdi. O taşın kaç para ettiğini öğrenmek istedi. Tüccar dürüst bir adamdı. “Bütün dükkanlarımdaki malları versem de sana o taşın değerini ödeyemem.” dedi.

Tüccar, Hintli din adamına; Bu kıymetli taşı krala götürmesini söyledi. Brahman, kırmızı yakut taşını Kral’a göstermek için saray kapısına gitti. Kral’ın baş veziri onu içeri almak istemedi. Brahman ona çok değerli bir yakut getirdiğini söyledi. Böylece Kral’ı görmesine için verildi. Kral, bu kırmızı ve parıltılı taşın bir yakut olduğunu anlamıştı. O zamanlar Hintliler yakutlara yılan taşı derlerdi. Kral Brahman‘a şunu sordu:

“Değerli hocam, bu taşı satmak için ne kadar para istiyorsunuz?”

Brahman şöyle dedi: “Kral hazretleri, taşın değerli olduğunu biliyorum. Ancak bu akşam açım ve karnımı doyuracak param yok. Bir akşam yemeği sunarsanız mutlu olurum.”

Kral şöyle dedi: “Bu taşınız çok kıymetlidir. Size hazineden bir kese altın verilmesini emrediyorum.”

Brahman bir kese altını aldı ve neşe içinde saraydan ayrıldı. Sonra; Kral kraliçeyi çağırdı ve şöyle dedi:

“Sevgili kraliçem, bu gördüğün yakut dünyada eşi benzeri bulunmayan, çok değerli bir mücevherdir. Lütfen onu gözünüz gibi koruyun. Onu kral dairesinde sağlam, güvenli bir sandığa yerleştirin.”

Kraliçe, bu değerli mücevheri aldı ve kendi odasında bulunan bir sandığa koyup kilitledi. Bu şekilde onu güvence altına aldığını düşünüyordu. Aradan 12 yıl geçti. Bir gün ansızın Kral’ın aklına o yakut taşı geldi. O kıymetli mücevheri görmek istedi. Kraliçeden taşın kendisine getirilmesini istedi. Kraliçe doğruca odasına gitti, oradaki sandığı açtı. Sandıkta ne mücevher ne de herhangi bir taş vardı. Onun yerine yakışıklı bir oğlan çocuğu vardı.

Kraliçe, bunu görünce şaşkına döndü. Hemen sandığın kapağını kapatıp kilitledi. Olay şaşkınlık yaratacak bir olaydı. Kral’a olanları nasıl anlatacağını düşündü. Kral, taht odasında kraliçenin gelmesini bekliyordu. Kraliçenin neden geciktiğini anlayamadı. Hemen kraliçeyi taht odasına davet etmesi için bir mabeyinci gönderdi. Kraliçe gelen görevliye sandığı teslim etti. Kendisi de anahtarları alıp Kralın bulunduğu taht odasına gitti.

Sandığı orada kralın önünde açtı. Sandık açılır açılmaz içinden çıplak bir delikanlı çıktı. Herkes bu duruma şaşırdı. Kral ona kim olduğunu sordu. “Benim yakut taşım ne oldu?” dedi.

Genç delikanlı şöyle dedi: “Ben yakut prensiyim. Bundan ötesini siz de bilemezsiniz.”

Kral bu duruma çok üzüldü onu sarayda tutmak istemedi. Ancak kral herkese hakkını teslim etmek isteyen adil bir hükümdardı. Yakut prensini saraydan göndermeden önce ona değerli soylu bir at, seçkin kıyafetler ve silahlar verdi.

Prense veda ederken şöyle dedi: “Bak sayın prens! Sana değerli bir at ve silahlar veriyorum. Zor bir durumda kalırsan kendini koruyabilirsin. Şimdi seni saraydan gönderiyorum. Yolun açık olsun. Tanrı yardımcın olsun. Seni dualarımla uğurluyorum. İnşallah mutlu ve başarılı olursun. Bir gün krallığım seninle gurur duyacaktır. Sadece şunu unutma, daima doğrudan ve adaletten yana olmalısın.”

Yakut Prensi Kralı selamlayarak ayrıldı. Atını şehrin kenar mahallelerine doğru sürdü. Şehrin surlarına yakın bir yerde atından indi. Bir evin önünde, teknede hamur yoğuran yaşlı bir kadın gördü. Kadın unu karıştırırken gülüyordu, ancak hamuru yoğururken ağlamaya başladı.

Yakut prens kadına “Anacığım, hem gülüyorsun hem ağlıyorsun, bu nasıl hal?” dedi.

Kadın; “Yarın oğlum ölecek” dedi. Sonra kadın derdini anlatmaya devam etti. “Bu kasabada bir ejderha vardır. Her gün bir genci öldürür ve yer. Yarın oğlumu yiyecek, onun için ağlıyorum.”

Prens Yakut, yaşlı kadına ertesi gün ejderhayı öldüreceğini söyledi. Ayrıca bir gece için onu misafir etmesini söyledi. Yaşlı kadın onun ejderhayı öldürmeyi başaracağına inanmadı. Bir gece için bile olsa onu evinde misafir etmek istemedi. Prens Yakut yoluna devam etmek istedi ve ejderhayı nerede bulacağını sordu.

Yaşlı kadın Prense “Buradan ırmak boyunca gidersin, yarım saat sonra karşına büyük bir anıtsal çeşme çıkacak, sağ tarafta iri çınarlar ve meyve yüklü mango ağaçları göreceksin. Karşı tarafta büyük bir mağara vardır. İşte ejderha o lanet olası yerde yaşar. Sırası gelen genç o çeşme önüne gelir, canavar öğleye doğru gelir ve her gün bir gencimizi yer.” dedi.

Prens Yakut; “Şimdi gidip o çınar ağaçları altında yatıp uyuyacağım. Lakin, beni erken uyandırırsan; memnun olurum.” dedi. Sonra hemen yola koyuldu.

Prens gide gide çınar ağaçlarının olduğu alana geldi. Meydana yakın, terk edilmiş bir evin önünde kocaman bir ayna duruyordu. Prens kocaman iri bir çınar ağacı önünde durdu. Ağacın çok iri bir gövdesi vardı. Yılların etkisiyle ağacın gövdesinde kocaman bir oyuk oluşmuştu. Prens geceyi orada geçirmeyi düşündü. Silahlarını da yanına aldı. Atını da az ötedeki bir ağaca bağladı. Sonra gidip gördüğü o aynayı aldı, getirdi. Çınarın gövdesine dayadı. Yorgundu.

Hemen ağacın kovuğuna girdi ve yatar yatmaz derin bir uykuya daldı. Ertesi sabah, yaşlı kadın onu erkenden uyandırdı. Ona kahvaltı için süt, meyve ve sıcak ekmek getirmişti. Yaşlı kadın aynanın ne işe yarayacağını sordu. Prens Yakut, canavarın gözlerinden çıkan ateşli ışınların ayna ile geri yansıtılacağını ve kendisini de böylece koruyacağını anlattı.

Canavar öğleye doğru mağara önüne çıkarken büyük bir gürültü çıkardı. Prens ateşli oklarını hazırlamıştı. Oklar arka arkaya canavarın alnına saplandı. Canavar, çığlıklar atarak hücuma kalkarken prensin mağara önüne dizdiği ağaç dallarına ve kayalara takıldı. Yere düşer düşmez prens koşup başını ve kollarını kılıcı ile kesti. Sonra götürüp kale kapısına astı. İki kulağını kesip yanına aldı.

Şehir kapısında canavarın başını asılı görenler gidip durumu krala bildirdiler. Kral, tellallar vasıtası ile bir duyuru yayınlayarak canavarı kimin öldürdüğünü öğrenmek istedi. Yaşlı kadın prensin canavarı öldürdüğünü ve şimdi onu evinde misafir ettiğini krala bildirdi. Kral prensi saraya davet edip tebrik etti. Kral Baş Vezirine, şimdi böyle fevkalade bir iş başaran bir kahramana ne mükafat verilmesi gerektiğini sordu.

Baş vezir; “Ona ödül olarak kızınızı verirsiniz. Ayrıca ona geniş bir toprak parçası bağışlarsınız.” dedi.

Prens hemen saraya davet edildi. Kısa sürede kralın sevgili kızı prenses ile evlendirildi. Sarayda onların birlikte yaşayacağı bir köşk hazırlandı. Böylece, yeni evliler mutlu bir şeklide birlikte yaşamaya başladılar.

Ancak prenses çok meraklı bir insandı. Sık sık Prens Yakuta kim olduğunu ve nereden geldiğini sorup duruyordu. Her sorduğu zaman prens de ona bu sorulara cevap veremeyeceğini söylüyordu.

Bir gün bir nehir kıyısında bir ziyafet düzenlenmişti. Prensin ayakları suya değiyordu. Karısı yine aynı soruları sormaya devam ediyordu.

Prenses: “Eğer beni seviyorsan lütfen hangi ırktan olduğunu söyle!” dedi. Prens cevap veremeyeceğini söyledi. Biraz sonra yarı gövdesi suya giren prense yine aynı ısrarlı sorular soruldu. Prenses onun bakışlarından artık prensin kişiliğini gizleyemeyeceğine inandı ve sorularına inatla devam etti.

Bir ara prens tamamen sulara gömüldü. Az ötede alnında kırmızı bir yıldız, başında parıltılı bir taç olan kocaman bir yılan şeklinde görüldü. Ve biraz sonra ortadan kayboldu. Prenses sevgili kocasını kaybettiği için derin bir üzüntüye kapıldı. Günlerce ağladı, derin bir pişmanlık duydu. Ancak prens ortadan kaybolmuştu. Prenses her tarafa haberler saldı ve kocasını bulmasına yardımcı olacaklara ödüller vaad etti.

Aylar sonra genç bir dansçı kadın gelerek prensese kaybolan presle ilgili haberleri olduğunu söyledi.

Şehrin kenar mahallelerinden az uzakta her akşam ormanda bir şölen düzenleniyordu. Bu şölen sırasında kocaman bir yılan delikten çıkıp, bir brahmanın duası ile insana dönüştüğünü, o sırada ilginç bir dans gösterisinin ve dansında büyülü ritüelin bir parçası olduğunu söyledi.

Dansçı kız, bir gece prensesi ormana götürdü. İkisi gizlice bir ağacın arkasından, o her gece tekrarlanan dans ve müzik coşkusunu birlikte seyrettiler. Dansçı kız da o dans sahnesine katılmak istedi ancak prenses buna izin vermedi. Sonra saraya döndüğünde genç dans sanatçısına kendisine dans eğitimi vermesini istedi.

Prenses kısa zamanda dans etmeyi en iyi şekilde öğrendi. Bir akşam dansçı kız ile birlikte ormana gittiler. Prenses ışıltılı pembe ipek bir elbise giymişti. Başında beyaz bir örtü vardı. Elbisesi altın sırma ile işlenmiş, nakışlar ile süslüydü.

Müzik başladığında ağaçların arasından süzülerek yere döşenen halının üstünde çıplak ayakları ile dans etmeye başladı. Ayaklarına tatlı sesler çıkaran küçük çanlar takılmış, altın halhallar vardı. Herkes bu şahane dansı nefeslerini tutarak izledi. Dans sona erdiğinde Yakut Prens dansçının yanına gelip baş örtüsünü açtı.

Prensesin omuzlarından dökülen uzun kınalı saçları çıplak göğüslerini süslüyordu. Başında yakut, elmas, zümrütlerle süslü ışıltılı bir taç vardı.

Törendeki rahip: “Çok güzel dans ettiniz Prenses Hazretleri. Size ödül olarak ne verelim, siz ne isterseniz size sunabiliriz.” dedi.

Prenses gülümsedi ve “Bu dans için günlerce hazırlandım. Bu kadar güzel bir dansı insan ancak çok sevdiği birisi için yapabilir. Ben bir tek şey istiyorum. Bu dansı kimin için yaptığımı biliyorsunuz. Bana bir tek onu verin yeter.” dedi.

Yakut Prens ile karısı o gece yeniden çok mutlu bir hayata başladılar. Prenses kocasına yeniden kavuştuğu için mutluydu. Bir daha ona kişiliği ile ilgili sorular sormadı. İnsanlar, sevdikleri kimselere ancak belli bir güven ve özveriyle sahip olabilirler.

Zeynep Aksoy

Merhaba herkese! Ben Renkli Rüya Zeynep! 2000 doğumlu, Ankara'nın sıcacık kucaklarında büyüdüm. Küçük bir ressam olarak başladım ve şimdi kendi masallarımı resimlerle hayata geçiriyorum. Renklerin büyülü dünyasına hoş geldiniz!

4 Yorum

  1. “krala birdirdi. ” Kelime hatası var. “krala bildirdi. ”

    Seslendirdiğimiz için düzeltip seslendiriyoruz da.Sizede bilgi olarak bildiriyorum düzeltirseniz.Zaten hatalar çok nadir görüyorum.Ellerinize sağlık.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu