Limon Kız Masalı
Bir varmış bir yokmuş. Ülkenin birinde iyilik sever bir padişah varmış. Bu padişah, fakirlere ramazanlarda yiyecek, bayramlarda giyecek dağıtırmış. Yılda bir gün de sarayının karşısındaki çeşmenin bir musluğundan yağ, bir musluğundan da bal akıtır, herkesin duasını alırmış.
Bir gün, çeşmenin musluklarından yağ ile bal aktığı sırada, yaşlı bir kadın çeşmeye gelmiş. Elindeki testiye yağ doldurmuş. Tam oradan uzaklaşacağı sırada, şehzade yanlışlıkla yaşlı kadına çarpmış. Kadının elindeki testi yere düşüp kırılmış, yağ da yere dökülmüş. Testisinin kırılmasına, yağın ziyan olmasına üzülen yaşlı kadın, başını kaldırıp şehzadeye:
“A oğul, sana bir şey demem. İnşallah Limon Kız’ın derdine düşesin,” demiş.
O günden sonra, şehzade bir düşünceye dalmış. Acaba bu Limon Kız kimdir, nerededir, diye sabahtan akşamlara kadar düşünüp durmuş. Oğlunun bu düşünceli haline canı sıkılan padişah, bir gün onu yanına çağırarak derdini sormuş. Şehzade de Limon Kız’ı merak ettiğini, izin verirse gidip onu arayacağını söylemiş. Padişah, çaresiz razı olmuş. Şehzade, hazırlandıktan sonra bir gün padişah babasıyla sultan annesine veda ederek yola düşmüş.
Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Çayır çimen geçerek, lale sümbül biçerek altı ayla bir güz gitmiş. Derken, bir dağ başında yaşlı bir adama rastlamış. Selam verip yaşlının elini öpmüş. Bu delikanlının kendisine saygı gösterip elini öpmesine pek memnun olan yaşlı adam:
“Hayır ola evlat, böyle tek başına nereye gidiyorsun?” diye sormuş.
Şehzade: “Bir Limon Kız varmış. Onu pek merak ediyorum da, aramaya çıktım. Ama, günlerden beri yol yürüdüğüm halde hâlâ bir iz bulamadım…” demiş.
Yaşlı adam gülerek: “Ben Limon Kız’ın bulunduğu yeri biliyorum. Sana tarif edeyim: Şuradan doğru yürü. Karşıki dağın arkasına git. Orada önüne bir gül bahçesi çıkacak. Gül ağaçlarının kocaman kocaman dikenleri vardır. ‘Ne güzel güller’ diyerek bir gül koparıp kokla. Ellerinin kanamasına bakma! Oradan çıkıp yürü. Suyu kan gibi kırmızı akan bir dere ile karşılaşacaksın. Yanına gidip ‘aman ne temiz su’ diyerek biraz iç. Yoluna devam et. Biraz ileride bir koyun ile bir köpeğe rastlayacaksın. Koyunun önündeki eti köpeğin önüne, köpeğin önündeki otu da koyunun önüne koy. Oradan uzaklaş. İlerde karşına iki kapı çıkacak. Biri kapalı, diğeri açık. Kapalı kapıyı aç, açık kapıyı kapa! Açılan kapıdan geçerek yürü. Büyük bir bahçeye gireceksin. Burası devin sarayının bahçesidir. Bahçede binlerce meyve ağacı arasında bir tane de limon ağacı vardır. O ağacı arayıp bul. Üzerinde üç tane limon göreceksin. Bu üç limonu da kopar, arkana bakmadan geri dön! Geldiğin yerlerden geç. Bu limonları keserken her birinden bir kız çıkar. Senden bir şey isteyecekler. İstediklerini yaparsan ne âlâ. Yapmazsan, kuş olur uçar giderler. Haydi yolun açık olsun evladım!” demiş.
Şehzade, yaşlı adama teşekkür etmiş. Elini öpmek için eğildiği zaman karşısında kimseyi bulamamış. Yaşlı adam birdenbire ortadan yok olmuş. Şehzade hemen yola çıkarak yürümeye başlamış. Çok geçmeden dağın arkasına varmış. Biraz sonra gül bahçesine ulaşmış. Güllerin arasına dalmış. Elleri dikenlerden kan içinde kaldığı halde, bir gül koparıp “ne güzel güller” diye koklamış. Oradan çıkmış. Suyu kan gibi akan dere ile karşılaşmış. Kenarına gidip eğilmiş, “aman ne temiz su” diyerek biraz içmiş. Kalkıp yoluna devam etmiş. Az ilerde bir koyun ile köpeği görmüş. Köpeğin önündeki otu, koyunun önüne; koyunun önündeki eti de köpeğin önüne koyarak oradan uzaklaşmış. Biraz sonra karşısına iki kapı çıkmış. Açık kapıyı kapamış, kapalı kapıyı da açarak içinden geçmiş ve devin meyve bahçesine girmiş.
Koca bahçede araya araya limon ağacını bulmuş. Hakikaten ağaçta üç tane limon varmış. Üç limonu da koparıp geriye dönmüş. Tam bahçenin kapısına yaklaştığı zaman, dev bahçesinden limonların koparıldığını fark ederek, yeri göğü inleten sesiyle bağırmış:
“Kapılar, kapılar, tutun şu insanoğlunu bırakmayın!” demiş. Kapılar, kanadını bile kımıldatmamış:
“Yıllardır birimizi açık, birimizi kapalı tutarsın. Bu insanoğlu geldi, bizimle ilgilendi, kolumuz kanadımız dinlendi. Biz ona nasıl kötülük ederiz,” demişler. Şehzade kapıdan geçmiş. Dev bu sefer koyuna seslenmiş:
“Koyun, koyun, ak koyun! Ben oynayamadım, sen oyna şu insanoğluna bir oyun!” demiş.
Ak koyun, bir tüyünü bile kımıldatmamış.
“Bunca yıldır beni köpek yerine koyup önüme bir lokma et attın. Bu insanoğlu geldi de bir tutam olsun ot verdi bana. Şimdi bu iyiliği yabana atar da ona nasıl kötülük ederim?” demiş. Dev, koyundan umudunu kesince köpeğe seslenmiş:
“A Karabaş, Karabaş, sen olsun köpekliğini göster de şu insanoğluna bir sataş!” demiş. Karabaş da dile gelmiş:
“Bunca yıldır kapındayım, önüme bir tutam ot atıp bir deri bir kemik bıraktın beni. Yine insanoğlu, insanlığını gösterip ot yiyene ot, et yiyene et verdi. Ben onun kılına bile dokunmam,” demiş. Şehzade oradan da uzaklaşmış. Dev bu sefer dereye seslenmiş:
“Dere, dere! Kanlı dere! Kabart sularını, salma şu insanoğlunu, bırakma öte!” demiş.
Dere, dile gelip cevap vermiş:
“Ben ona fenalık yapamam. Sen her zaman ‘kanlı dere’ diye benim suyumu içmezsin. Halbuki o, ‘aman ne temiz su’ diyerek içti, gönlümü hoş etti. Varsın geçsin, yolu açık olsun!” demiş. Şehzade dereden de geçerek gül bahçesine girmiş.
Dev, arkadan yine seslenmiş:
“Güller, güller! Dikenli güller! Gösterin marifetinizi, çıkarın dikenlerinizi. Tutun şu insanoğlunu, bırakmayın!” demiş.
Güller de dile gelip hep bir ağızdan deve cevap vermişler: “Sen tenezzül edip de bir gün olsun bizi koklamadın. Her zaman ‘dikenli güller’ diye hakaret ettin. Halbuki bu delikanlı, dikenlerimize bakmadı. Ellerinin kanamasına aldırmadı. Bizden bir tane kopararak ‘ne güzel güller’ diye kokladı. Bizi sevindirdi. Allah da onu sevindirsin. İşi rast gitsin!” demişler.
Şehzade, ardına bakmadan oradan hızlıca uzaklaşmış. Yorulan şehzade, biraz soluklanmak için bir ağacın altına oturmuş. Limonlardan birini kesmiş. Bir de bakmış ki ne görsün, limondan, ayın on dördü gibi güzel bir kız çıkmış. Şehzade, buna bir akıl sır erdireyim demeye kalmadan, kız “Su, su!” diye seslenmiş. Şehzade hemen etrafına bakınmış, aramış taramış ama bir yudum su bulamamış. Susuz kalan kız, kuş olup uçmuş gitmiş. Şehzade, biraz üzülmüş ama, umudunu yitirmemiş. Biraz dinlendikten sonra ikinci limonu kesmiş. İçinden ondan da güzel bir kız çıkmış. O da “Su, su!” diye seslenmiş. Şehzade, su bulup yetiştiremediği için, o da kuş olup uçmuş gitmiş. Şehzade, üçüncü limonu kesmek için tam kalkarken, “Aman,” demiş, “bu sefer tedbirimi alayım da öyle keseyim!” Bunun üzerine, dereden getirdiği suyu yanına koymuş, üçüncü limonu kesmiş. O limondan da çok güzel bir kız çıkmış ve diğerleri gibi “Su, su!” diye seslenmiş. Şehzade hemen suyu uzatmış. Güzel kız, susuzluğunu giderdikten sonra şehzadeye: “Sağ ol yiğit delikanlı. Eğer beni beğendiysen, seninle gelinip güvey olalım. Ama şu karşıki dağın arkasında bir çadırın içinde annemle kardeşlerim var. Ben onlara görünmeden gidip gelemem. Sen burada bekle, ben şimdi gidip geliyorum,” demiş.
Şehzade de “Peki, git gel, seni burada beklerim,” demiş. Kız, dağın arkasına gitmiş.
O sırada, oradan geçmekte olan bir kurnaz kız şehzadeyi görmüş. Şehzadeye sokulmuş: “Selamünaleyküm, ne arıyorsun burada?” demiş.
Şehzade de kızı baştan aşağı süzdükten sonra: “Aleykümselam. Ne olacak, Limon Kız’ı bekliyorum,” demiş.
Kurnaz kız, Limon Kız’ın yerine geçmek için hemen şöyle bir plan kurmuş. “Ben onu çok iyi tanırım. Şu karşıki dağdan geçip gitmek isteyen Limon Kız’ın, devin eline düştüğünü söylesem üzülmez misin?” demiş.
Şehzade: “Senin gibi bir genç kızın yalan söyleyeceğini zannetmem. Doğru mu söylüyorsun?” demiş.
Kurnaz kız: “Doğru söylemez olur muyum hiç! Hatta annesi de yanımda gidiyordu, bana dönüp, ‘Evladım, şu oğlumun da gönlü kalmasın, bari ona kavak ağacından yapılmış şu kütüğü götür, ver,’ demişti. O zaman da aldırmamıştım. Haydi, ben de çeker giderim. Sen de, bu soğukta burada donarsın,” demiş.
Şehzade, kurnaz kızın sözlerine kanmış. “Madem öyle, senin gibi genç bir kızı, anam babam beğenir,” demiş.
Bunu duyan kurnaz kızın ağzı kulaklarına varmış. Hemen Limon Kız’ın yerine geçip ağacın tepesine oturmuş. Bir yandan da keyifle gülümsemiş, planının işe yaradığını düşünerek. Az sonra, şehzade geri dönmüş. Ağacın tepesindeki kızı görünce hemen ona seslenmiş: “Limon Kız, işte geri döndüm! Gelinliğin ve her şey hazır. Artık saraya dönüp düğünümüzü yapabiliriz.”
Kurnaz kız, aşağıya inip şehzadeyle birlikte saraya gitmiş. Fakat sarayda herkes bu yeni gelini tuhaf bulmuş. Padişah: “Bu kız Limon Kız değil, fakat oğlum bu konuda inatçı. Bir de ben bir şey söyleyeyim, bakayım,” demiş.
Bunun üzerine padişah, “Oğlum, şimdi atlara binelim, Limon Kız’ın düğün alayına çıkalım. Fakat düğün alayında yürümek isteyen gelinin elinde bir iğne ve iplik olması gereklidir. Bu da bir şarta bağlı. Gelin, iğne ve ipliği avucunda sıkıca tutup, biz onun önüne çıkıncaya kadar sarkıtırsa ne âlâ, yoksa düğün olmaz,” demiş.
Şehzade, padişahın dediklerini kurnaz kıza iletmiş. Kurnaz kız, bunu duyunca başına bela olacağını sezmiş. “Ne olur ne olmaz,” diyerek hemen kurnazlığını göstermiş. Eline bir iğne ve iplik alıp koşarak padişahın dediklerini yerine getirmiş.
Limon Kız ise bir an önce eve dönmek için yola koyulmuş. Şehzade, padişah ve annesi de onu beklemekten yorulmuş, başka bir çare kalmadığı için geri dönmüşler. Limon Kız, ne kadar koşsa da sonunda evine dönmüş. Fakat kurnaz kızın, şehzadenin sarayında olduğunu görünce, üzülmüş. Ne yapacağını bilememiş. Saraya gidip şehzadeye, “İstersen ben de bir iğne ve iplik alıp hemen dikerim,” demiş.
Şehzade, ona bir şans daha vermek istemiş. Limon Kız, bir iğne ve iplik alarak hemen dikmeye başlamış. Şehzade, Limon Kız’ın ustalığını ve becerisini görünce, ona âşık olmuş. Hemen onu saraya götürmüş ve padişaha durumu anlatmış. Padişah, kurnaz kızı saraydan kovmuş ve şehzade, gerçek Limon Kız ile mutlu bir şekilde evlenmiş.
Ve sonsuza dek mutlu yaşamışlar.